Image
5 Şubat, 2024

“HANGİ SELEF”?

“HANGİ SELEF”?


İmam Ebû Hanîfe Hazretleri tâbi‘ûnun küçüklerinden, tebe-i tâbi‘înin büyüklerindendir.[1] Bu durum aynı zamanda onun; Allah Teâlâ’nın, haklarında “(İslâm’da) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar (yok mu?) Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Allah) bunlar için -kendileri içinde ebedî kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.”[2] buyurduğu ve Efendimiz’in de (s.a.v) “İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir.”[3] diyerek övdüğü kimseler zümresine dâhil olduğu mânâsına gelir.


Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat tamlamasında: “Sünnet” kelimesi; Allah Teâlâ’nın Rasûlüne (s.a.v), izlemesini emrettiği yolu ifade ederken “Cemaat” kelimesi dininde ve yolunda O’na (s.a.v) uyanları ifade eder.[4] Bu takdirde Sünnet ve Cemaat’e mensubiyet yani Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olmak, ancak Efendimiz (s.a.v) ve ashâbının (r.a) üzere oldukları yolu takip etmekle mümkündür.[5] Bu yolu gerek itikâden gerek amelen en iyi sûrette temsil edenler ise, şüphesiz, tâbi‘ûn ve tebe-i-tâbi‘în zümrelerine mensup kimselerdir. Bu noktada İmam’ın (r.aleyh) bir tâbi‘î olarak “Selef âlimi” oluşu, bilhassa Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) tevârüs eden itikâdî hususları beyan etmesi cihetiyle, son derece önemlidir.[6] Nitekim o, hem devrinde neşvünemâ bulan bid‘at fırkaların mensuplarıyla münâzaralarda bulunmuş hem de ashâbına bu alanda eserler imlâ etmiş, ayrıca eserleri de günümüze kadar gelmiştir. Buna karşın, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel kelâmî mevzularla meşgul olmayıp kelâma karşı mesafeli bir tutum sergilemişken İmam eş-Şâfi‘î’nin itikâdî muhtevada yazdığı nakledilen eserleri ise “bilebildiğimiz kadarıyla” günümüze ulaşmamıştır.


Bu bağlamda İmam’ı, yaşadığı devri de dikkate alarak, Ehl-i Sünnet akîdesini baştan sona ele alan ve eserleri sağlam bir şekilde günümüze ulaşan ilk selef âlimlerinden saymak gerekir.


Selef Akîdesi Tamlaması Üzerine


Bu meyanda, İmam Ebû Hanîfe’nin bir tâbi‘î olarak selefin önde gelenlerinden ve dolayısıyla eserlerinin de selef akîdesinin ilk örneklerinden olduğu hususunu ayrıca vurgulamak gerekir. Nitekim bu husus -bilhassa günümüzde-, “Selef Akîdesi” yahut “Selefiyye ekolü” gibi konular gündeme geldiğinde göz ardı edilmektedir. Söz gelimi “Selef Akîdesi/Selefiyye”nin tarihî serencamı incelenecek olduğunda süreç her ne kadar “İmam Ebû Hanîfe hariç” İmam eş-Şâfi‘î, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel (r.aleyhim) ile başlatılsa da –bilhassa Mihne olaylarının etkisiyle- Ahmed b. Hanbel göz önünde tutulur ve zaten re’y ve kelâmla meşgul olan takipçileri bulunan İmam eş-Şâfi‘î ile İmam Mâlik’in göz ardı edilmesiyle bu ekolün başlangıcı yalnızca Ahmed b. Hanbel’e dayandırılır (bu sürecin yazımının, İbn Teymiyye ve İbnü’l-Kayyım’dan başlayarak geriye doğru bir okumanın sonucu olması kuvvetle muhtemeldir). Ahmed b. Hanbel’in görüşleri ise, talebelerinden teşbih ve tecsim akîdesine meyilli olanlar aracılığıyla, “tahrif edilerek” aktarılır.[7]


ÇALIŞMANIN İSİMLENDİRİLMESİ


Çalışmamız, Selef Akîdesi: İmam Ebû Hanîfe’nin İtikâdî Görüşleri olarak başlıklandırılmıştır.

Bu başlığı iki kısımda incelemek gerekirse:


1)     Selef Akîdesi: Başlığın bu ilk kısmı, EK-III’te dikkat çektiğimiz “Hangi Selef?” sorusuna matuftur: “Selef Akîdesi” şeklinde bir başlıklandırmanın tercih edilmesi, “İmam’ın ve diğer Ehl-i Sünnet ulemânın serdettikleriyle bağdaşmayacak görüşler barındırmasına karşın” bu ve benzeri başlıklarla basılmış olan pek çok kitaptan hareketle, zımnında tepkisellik barındıran reaksiyoner bir hareket gibi düşünülebilir. Ne var ki işin “ihkâk-ı hak” boyutu vardır ve başlığın tercih edilmesinde ana etken bu olmuştur. İmam’ın görüşleri sağlam bir şekilde bize ulaşmış ve ne dediği gayet açık olduğu hâlde; İmam yerine, ona muhalif görüşler serdeden ve ondan en az iki kuşak sonra yaşamış kimselerin “Selef” kabul edilmesi İmam’a yapılmış bir haksızlıktır; bu durum İmam’ın kadr ü kıymetine herhangi bir zeval getirmese de...


Bununla beraber; bu eser(ler)de anlatılan esaslara muhalif görüşlerde olmalarına karşın kendilerini “Selefe mensup” olarak tavsif eden kimselerin bu çalışma neticesinde “Selefîlik” iddialarından vazgeçeceğini beklemenin safdillik olacağını tahmin etmek de güç değil. Ne var ki, İmam’ın (rh.a) açık bir şekilde ifade etmiş olduğu esasların “Selef Akîdesi” olduğunu vurgulamak, her şeyden evvel bir borcu îfâ etme kabilindendir. Başlık tercihinin bu şekilde değerlendirilmesi daha doğru olacaktır.


Selef Akîdesi Tamlamasıyla Kimi Anlamalı?


Ahmed b. Hanbel’in görüşlerinin talebelerinden teşbihçi-tecsimci olanlar aracılığıyla, “tahrif edilerek” aktarılması; “İbn Teymiyye’nin geriye yaptığı atıflarla” daha da önemli bir hâl almış, Selef Akîdesi ve Selefiyye denilince bu kimselerin teşbih-tecsim anlayışı akla gelir olmuştur. Bu bağlantının kurulmasında İbn Teymiyye’nin payı büyüktür. Meseleyi, müstakil çalışılabilecek seviyede olduğu için burada irdelemek mümkün değilse de Ahmed b. Hanbel’den İbn Teymiyye’ye kadar kısa bir silsile tespit edip silsileye dair bazı bilgiler vermekte fayda vardır:


Ahmed b. Hanbel’in (rh.a) görüşlerinin aktarılmasında, talebelerinden bilhassa Abdullah b. Ahmed (ö. 290), Ebû Bekr el-Merrûzî (ö. 275), Harb b. İsmâ‘îl el-Kirmânî (ö. 280) ve Ebû Bekr el-Esrem (ö. 261) önemli rol oynamışlardır. Ebû Sa‘îd Osman b. Sa‘îd ed-Dârimî (ö. 280) de Ahmed b. Hanbel’in (rh.a) kendilerine dikkat çekilmesi gereken talebelerindendir. Ebû Bekr el-Hallâl (ö. 311) ve Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329), Ebû Bekr el-Merrûzî’nin talebelerinden ikisidir. İbn Huzeyme (ö. 311), Ebû Sa‘îd ed-Dârimî’nin talebelerinden; Gulâmü’l-Hallâl (ö. 363) olarak bilinen Abdülazîz b. Ca‘fer ise Ebû Bekr el-Hallâl’ın talebelerindendir. Gulâmü’l-Hallâl’ın talebelerinden ikisi, İbn Batta (ö. 387) ve İbn Hâmid’dir. İbn Batta, el-Berbehârî’den etkilenmiş ve eserlerinde onun görüşlerine yer vermiştir.


Silsile, İbn Hâmid’den itibaren şöyle devam etmektedir: Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ (ö. 458) Ebu’l-Vefâ İbn ‘Akîl (ö. 513) İbn Nâsır es-Selâmî (ö. 550) Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597) Muvaffakuddîn İbn Kudâme (ö. 620) Ebu’l-Ferec İbn Kudâme (ö. 682) Takıyyüddîn İbn Teymiyye (ö. 728) İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751).[8]


Silsilede isimleri italik olarak kaydedilenler; Ahmed b. Hanbel’in, İmam Ebû Hanîfe’ninkinden farklı olmayan tertemiz Selef/Ehl-i Sünnet akîdesini teşbih-tecsim akîdesine yaklaştıran kimselerdir.


Ahmed b. Hanbel’in (rh.a) ve silsilede adı geçen diğer kimselerin talebeleri elbette bu kadarla sınırlı değildir. Ne var ki; hem yazının daha fazla uzamaması hem de bu silsileyle hedeflenenin Ahmed b. Hanbel’in görüşlerini “tahrif eden” ve görüşlerinin teşbih-tecsim akîdesine zemin teşkil edecek şekilde yayılmasına sebep olan kimseleri belirtmek olması sebebiyle ihtisar edilmiştir.


Hanefî-Mâtürîdî ulemâdan, h. 493’te vefat eden İmam Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî (rh.a), Usûlü’d-Dîn adlı eserinde, mezhepleri anlattığı bölümde Mücessime’den şöyle bahseder:


“Mücessime birçok fırkadan oluşur: Bunlar; Ahmed b. Hanbel’in [rh.a], Muhammed b. Kerrâm’ın, Mukâtil b. Süleymân’ın ve Hişâm b. el-Hakem’in ashâbıdır. Mezheplerinin aslı, Allah Teâlâ’yı cisimlikle vasfetmeleridir. (…) Ahmed b. Hanbel salih bir kimse idi, teşbih görüşünde değildi. İbnü’l-Kerrâm’a gelince, o Müşebbihe’nin başıdır. Teşbih görüşündeydi.”[9]


Vefat tarihleri göz önünde bulundurulduğunda; İmam el-Pezdevî’nin “Ahmed b. Hanbel’in ashâbı” diyerek, yukarıda adı geçen, Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ ve öncesi isimleri kastetmiş olması uzak bir ihtimal değildir.


Yukarıda ismi italik olarak kaydedilmeyen Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (rh.a), yine evvelce ismi geçmiş olan İbn Hâmid ve Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ ile hocası İbnü’z-Zâğûnî (ö. 527) hakkında şunları söyler: “Ashâbımız [Hanbelîler]den usûl[-i din] hakkında isabetsiz sözler sarf eden kimseler gördüm. [Bunlardan] üç kişi kendilerini tasnife adamıştır: Ebû Abdillah b. Hâmid, talebesi el-Kâdî Ebû Ya‘lâ ve İbnü’z-Zâğûnî. Bu kimseler mezhebe leke düşürecek kitaplar kaleme almışlardır. Onların avâm mertebesine inip sıfatları, duyuların (his) gerektirdiği [mânâlara] hamlettiklerini gördüm. Bu bağlamda, [mesela] Allah Teâlâ’nın, Hz. Âdem’i (a.s) sûretinde yarattığı [rivâyeti]ni duyar duymaz Cenâb-ı Hakk’a, zâtına zâid olarak sûret, yüz, iki göz, ağız, dil, dişler… (…) İki el, parmaklar, avuç, serçe ve başparmak, göğüs, uyluk, iki baldır ve iki ayak izâfe edip “[O’nun] başı olduğu[na dair bir rivâyet] duymadık.” dediler.”[10]


İbnü’l-Cevzî’nin (rh.a), “Hanbelîliğe leke düşürecek kitaplar” kaleme aldıklarını söylediği bu isimlerin bir-iki kuşak üstü; İbn Teymiyye’nin, İmam el-Gazzâlî ve İmam er-Râzî’ye (rahimehumallah) muhâlif olarak eserlerinden sitayişle bahsettiği kimselere tekabül eder.[11] Bu kimseler de, teşbih-tecsim görüşünde, zikredilen talebelerinden farklı değildirler.


Bir diğer dikkat çekici husus da -aşağıda görüleceği üzere-, İbn Teymiyye’nin, tekfir yahut tadlîl edilen Merîsîlerin imamı Bişr el-Merîsî’nin görüşlerine uyduklarını söylediği İmam el-Gazzâlî ve İmam er-Râzî’nin yanında, İbnü’l-Cevzî’yi itikâdî hususlarda büyük ölçüde etkileyen Ebu’l-Vefâ İbn ‘Akîl’i de zikretmesidir.


Ahmed b. Hanbel’in talebelerinden biri de, yukarıda zikredilen Ebû Sa‘îd Osman b. Sa‘îd ed-Dârimî’dir. Ali Sâmî en-Neşşâr’ın “Selef Akîdesi”ne dair derlediği beş risaleden ikisi ona aittir.[12] Bu iki eserde, özelde İmam Ebû Hanîfe’nin (rh.a) genelde Ehl-i Sünnet’in görüşleriyle bağdaşmayacak pek çok ifade vardır. Mesela ed-Dârimî şöyle der: “(…) Zira el-Hayyu’l-Kayyûm [olan Allah Teâlâ] dilediğini yapar. Dilediğinde hareket eder, dilediğinde [yukarıdan aşağı] inip [aşağıdan yukarıya] çıkar. (…) Dilediğinde ayağa kalkıp oturur. Zira diri ile ölü arasındaki [ayırt edici] alâmet, hareket etmektir. Her hayat sahibi –kaçınılmaz olarak- hareket eder, her ölü de –kaçınılmaz olarak- hareketsizdir”;[13] “Allah’ın haddi [yani sınırı, son noktası] olmadığını iddia eden kimse Kur’ân’ı kat‘î sûrette reddetmiş ve O’nun yokluğunu [yani olmadığını] savunmuştur”;[14] “Cenâb-ı Hak dilerse bir sivrisineğin sırtına yerleşir de sivrisinek O’nu, O’nun kudreti ve rubûbiyetinin lütfu ile yüklenip taşır. Hâl böyleyken, O, kocaman arşın üzerine nasıl yerleşemez?”[15] Yine o, Cehmiyye’yi tekfir ettiği hususları sayarken şöyle der: “(…) Keza onları, Allah’ın nerede olduğunu bilmedikleri ve O’nu neredelikle vasıflandırmadıkları (lâ yesıfûnehû bi-eynallah) için kâfir sayarız.”[16]


Bu takdirde, “Selef Akîdesi/Selefiyye” gibi ifadeler zikredildiğinde “Hangi Selef?” sorusunu sormanın gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Zira seleften olan İmam’ın görüşlerini kabul eden bir kimsenin, selef âlimi olarak gösterilen Ebû Sa‘îd ed-Dârimî’nin bu görüşlerini kabul etmesi mümkün değildir. Zıddı da böyle, selef denilince Ebû Sa‘îd ed-Dârimî ve benzeri isimleri esas alan kimselerin İmam Ebû Hanîfe’nin –hassaten Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları hakkındaki- görüşlerini kabul etmeleri mümkün değildir.[17]


en-Neşşâr’ın derlemeye eklediği risâlelerden bir diğeri, -eserin kendisine nispeti doğru olmasa da- Ahmed b. Hanbel’e nispet edilen er-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye adlı eserdir.[18]


en-Neşşâr bu eseri tanıtırken eserden bazı alıntılar yapar. Onlardan biri şöyledir: “Cehm b. Safvân, sözüyle çok insanı saptırmıştır. [İmam] Ebû Hanîfe’nin [rh.a] ve Basra’da ‘Amr b. ‘Ubeyd’in ashâbından bazı kimseler onun sözüne uymuşlardır.” Bir diğer alıntı, hemen devamında, Cehmiyye’nin inandığı hususlara dairdir ki bunlardan “İmam Ebû Hanîfe/Selef/Ehl-i Sünnet” itikâdına uyumlu olan hususlar şunlardır: “Dünyada kimse O’na bakamaz. O’nun bir sonu, bitişi yoktur. O’nun için yukarı ve aşağı, yönler, sağ ve sol yoktur. O hafif de ağır da değildir. O’nun herhangi bir rengi ve cismi yoktur. Akledilebilir [yani akılla düşünülüp keyfiyet biçilebilir] değildir. Kalbine [yani aklına] gelen bildiğin her ne varsa Cenâb-ı Hak o aklına gelen şeyin hilâfınadır. O, diğer şeyler gibi olmayan bir “şey”dir.”[19]


Selefin/Ehl-i Sünnet’in, diğer mezheplerle olduğu gibi, Cehmiyye’yle de ittifak ettiği noktalar vardır. Mesela Cenâb-ı Hakk’ı tenzîh hususunda yukarıdaki alıntıda zikredilen hususlarda ittifak vardır. Fakat Cehmiyye’nin söylediği –yukarıdaki bağlamda zikredilen- “O, arşın üstünde olduğu gibi yedi kat yerin de altındadır. O’nun olmadığı bir mekân yoktur, bir mekânda olup da bir diğer mekânda olmamak O’nun için söz konusu değildir. O’na âhirette de kimse bakamaz. O hiçbir sıfatla sıfatlanamaz ve O’nun hiçbir sıfatı bilinemez. O, [hiçbir] fiilde bulunmaz; tamamıyla ilim, duyma (sem‘), görme (basar), nûr ve kudrettir.” gibi görüşler Selefle/Ehl-i Sünnet’le bağdaşmaz. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet’le Cehmiyye’yi bir görmek isabetli değildir.


Ancak böyle olmamış, Eş‘arîler özelinde Ehl-i Sünnet, Cehmiyye gibi görülmüştür. Mesela İbn Teymiyye, Cenâb-ı Hakk’ı tenzîh sadedinde yapılan te’vîller hakkında şöyle der: “Bugün insanların ellerinde[ki kitaplarda] bulunan te’vîller –Ebû Bekr İbn Fûrek’in Kitâbü’t-Te’vîlât’ta zikrettiği te’vîllerin çoğu ve Ebû Abdillah [Fahruddîn] Muhammed b. Ömer er-Râzî’nin Te’sîsü’t-Takdîs’te[20] zikrettiği te’vîller gibi. Yine bu te’vîllerden çoğu, bu kimseler dışında, Ebû Ali el-Cübbâî, [Kâdı] Abdülcebbâr b. Ahmed el-Hemedânî, Ebu’l-Hüseyn el-Basrî, Ebu’l-Vefâ b. ‘Akîl, Ebû Hâmid el-Gazzâlî ve daha başka pek çok kimsenin sözlerinde mevcuttur ki- aynıyla Bişr el-Merîsî’nin kitabında zikrettiği te’vîllerdir. (…) [Bu te’vîllerin Bişr el-Merîsî’nin te’vîllerinin aynısı olduğuna] el-Buhârî zamanının meşhur imamlarından olan Osman b. Sa‘îd ed-Dârimî’nin derleyip Nakzu Osman b. Sa‘îd ‘ale’l-Kâzibi’l-‘Anîd fîmâ ifterâ ‘alallahi mine’t-Tevhîd diye isimlendirdiği kitap delâlet eder. ed-Dârimî kitapta bu te’vîlleri aynıyla Bişr el-Merîsî’den nakleder. (…) Sonra [bu te’vîlleri], âkıl ve zeki kimse mütalaa ettiğinde; Selefin üzere olduğu [yolun] hakikatini öğreneceği, kendisine selefin delillerinin açıklığının ve muhâliflerinin [delillerinin] zayıflığının ortaya çıkacağı bir şekilde reddeder. Sonra bu kimse, imamların –yani hidâyete erdiren imamların- Merîsiyye’nin zemmedilmesi hususunda icmâ‘ ettiklerini ve çoğunun onları tekfîr yahut tadlîl ettiğini [yani kâfir yahut bid‘atçi saydıklarını] görüp bu müteahhir kimselerin tedavüldeki görüşlerinin el-Merîsî’nin mezhebi olduğunu bilirse; hidâyet [yolu], Allah’ın hidâyetini isteyen kimseye açılmıştır… (İbn Teymiyye, Ahmed b. Hanbel’in talebelerinden itibaren başlayarak -çoğunluğunu teşbihçi-tecsimci kimselerin oluşturduğu- müelliflerin eserlerini zikrettikten sonra şöyle devam eder:) O hâlde; bu ta‘tîl ve te’vîl görüşünün aslının müşrik, sâbiî ve Yahudilerden alıntı olmasına rağmen mü’min, daha doğrusu âkıl bir kimse bu gazaba uğramış yahut dalâlete düşmüş kimselerin yolunu tutup Allah’ın kendilerini nimetlendirdiği nebî, sıddîk, şehîd ve sâlihlerin yolunu bırakmakla nasıl mutmain olabilir?”[21]


Yine o, Eş‘arîler hakkında, (Cenâb-ı Hakk’a noksanlık izâfe etmeye sebep olacağından zâhirlerini esas almanın mümkün olmadığını söylemeleri sebebiyle) haberî sıfatları nefyettikleri için söylendiğini düşündüğü şu sözü nakleder: “Mu‘tezile felsefecilerin, Eş‘ariyye de Mu‘tezile’nin muhannesleridir.”[22] İbn Teymiyye bu nakilde bulunmakla –farkında olarak yahut farkında olmaksızın- İmam Ebû Hanîfe’den itibaren “bozulmadan” süregelen Ehl-i Sünnet mensuplarını kastetmiş gibidir.


Yine, Cenâb-ı Hakk’ı tenzîhi esas alarak haberî sıfatların/müteşâbihlerin zâhirlerini esas almanın, Cenâb-ı Hakk’a noksanlık izâfe etmeye sebep olacağı için, mümkün olmayacağını söyleyip bunlardan muradın ne olduğunu Cenâb-ı Hakk’a havale eden (tefvîz) “Selef/Ehl-i Sünnet ulemâ” için şöyle der: “(…) Böylece, sünnet ve selefe uyduklarını sanan tefvîz ehlinin sözlerinin, bid‘at ve ilhâd ehlinin en şerli sözlerinden olduğu açığa çıkmıştır.”[23]


Bu nakillerden anlaşılmaktadır ki İbn Teymiyye ve görüşlerinde ona muvafakat edenlerin “Selef âlimi” diye vasıflandırdıkları zatların görüşleri, İmam Ebû Hanîfe başta olmak üzere Ehl-i Sünnet imamların görüşlerine muvâfık düşmemektedir.[24]


Bu yazı Selef Akîdesi (İmam Ebû Hanîfe'nin İtikâdî Görüşleri) -el-Usûlü'l-Münîfe Tercümesi- başlıklı neşrimizden alınmıştır. Aşağıdaki linke tıklayıp, satın alabilirsiniz.



DİPNOTLAR


[1] Nitekim o, Ashâb-ı Rasûl’den (s.a.v) yedi kişiye yetiştiğini ve hepsinden hadis dinlediğini söyler. Bk. Latîfürrahmân el-Behrâecî, el-Mevsû‘atü’l-Hadîsiyye, IV, 55 (86); IV, 227-8 (357); XV, 55-6 (10034).

İmam Ebû Hanîfe’nin gördüğü sahâbîlerin adedi farklılık göstermekle beraber Enes b. Mâlik’i (r.a) gördüğü konusunda genel kabul vardır. Nitekim İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî, İmam Ebû Hanîfe’nin Enes b. Mâlik’i gördüğünü söyleyenleri şöyle sıralar: “İbn Sa‘d, [Ebu’l-Hasen Ali b. Ömer] ed-Dârekutnî, Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, İbn Abdilberr, el-Hatîb [el-Bağdâdî], İbnü’l-Cevzî, es-Sem‘ânî, Abdülğanî el-Makdisî, Sıbtu İbni’l-Cevzî, Fazlullah et-Türpüştî, en-Nevevî, el-Yafi‘î, ez-Zehebî, ez-Zeyn [Zeynüddîn] el-Irâkî, el-Velî el-Irâkî, İbnü’l-Vezîr, el-Bedr [Bedrüddîn] el-‘Aynî, -es-Süyûtî’nin Tebyîdu’s-Sahîfe’de naklettiği fetvaya göre- İbn Hacer, eş-Şihâb [Şihâbüddîn] el-Kastallânî, es-Süyûtî, İbn Hacer el-Mekkî ve başkaları.” el-Kevserî bu konudaki sözlerini şöyle sonlandırır: “(…) İşte [yukarıdan beri tüm] bu [zikredilenlerden] hareketle [söylenebilir ki], bu kimselerin sözlerine rağmen İmam’ın tâbi‘î oluşunu inkâr etmeye kalkışmak ya mükâberet yahut cehalettir.” Muhammed Zâhid el-Kevserî, Te’nîbü’l-Hatîb, s. 33.

es-Sâlihî, İmam’ın sahâbeden sekiz erkek ve bir kadın [Enes b. Mâlik, ‘Amr b. Hureys, Abdullah b. Üneys, Abdullah b. Hâris b. Cez’e, Câbir b. Abdillah, Abdullah b. Ebî Evfâ, Vâsile b. el-Eska‘, Ma‘kıl b. Yesâr ve ‘Âişe bint ‘Acred (r.anhum)] gördüğünü söyler ve başka görüşleri de zikreder: Bk. Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî, ‘Ukûdü’l-Cümân, s. 51 vd.

Beyâzîzâde Ahmed Efendi de, İmam’ın; sahâbeden yedi [Ebu’t-Tufeyl ‘Âmir b. Vâsıle, Enes b. Mâlik, el-Hermâs b. Ziyâd, Mahmûd b. Rebî’, Mahmûd b. Lebîd, Abdullah b. Büsr, Abdullah b. Ebî Evfâ] zâta yetiştiğini söyler. Bk. Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü’l-Merâm (nşr. Ahmed Ferîd el-Mezîdî), s. 9.

İmam’ın (rh.a) “Rasûlullah’tan (s.a.v) gelenler baş göz üstüne. Sahâbeden gelen [görüş]leri seçeriz. Bunlar dışında [tâbi‘î, tebe-i tâb‘î… gibi] kimselerden gelenlerde ise; onlar da adamdır, biz de.” ve “[Hükmü evvelâ] Allah’ın kitabından alırım. [Onda] bulamadığımı Rasûlullah’ın sünnetinden alırım. [Sünnette] bulamazsam ashâbın görüşlerinden dilediğimi [usûlünce] alırım. İş İbrâhim [en-Neha‘î], eş-Şa‘bî, el-Hasen[ü’l-Basrî] ve Atâ [b. Ebî Rebâh]’a gelince, ben de onların içtihad ettikleri gibi içtihad ederim.” [Şemsüddîn ez-Zehebî, Menâkıbü’l-İmam Ebî Hanîfe, s. 32-4.] sözlerinde de tâbi‘î olduğuna işaret vardır.

İmam’ın tâbi‘ûndan oluşu hakkında detaylı bir inceleme için ayrıca bk. Abdülhay el-Leknevî, İkâmetü’l-Hücce, s. 83-9; Zafer Ahmed et-Tehânevî, Ebû Hanîfe ve Ashâbuhû el-Muhaddisûn (İ‘lâ’ü’s-Sünen içinde), XXI, 6-11.

[2] et-Tevbe, 100.

[3] el-Buhârî, “Şehâdât”, 9, “Fezâilü’l-Ashâb”, 1; Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe”, 214; et-Tirmizî, “Fiten”, 45; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 10; Nesâî, “Eymân”, 29.

[4] Bk. Şücâ‘üddîn Hibetullah b. Ahmed et-Türkistânî, Şerhu’l-‘Akîdeti’t-Tahâvîyye, s. 46.

[5] Bu isimlendirmede, şu rivâyetlerin etkisini görmek mümkündür: Peygamber Efendimiz (s.a.v), “(…) Benim ümmetim de yetmiş üç millete/fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir millet/fırka hariç hepsi cehennemdedir.” [Orada bulunanlar,] O millet/fırka nedir yâ Rasûlallah, diye sordular. Efendimiz (s.a.v), ben ve ashâbımın üzere oldukları yoldur, [başka bir rivâyette “O [cennetlik olan zümre], cemaattir.” (İbn Mâce, “Fiten”, 17)] buyurdular (et-Tirmizî, “İman”, 18).

[6] Nitekim Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Ehl-i Sünnet’i şöyle tarif eder: “Bu; fakîhlerin (fukahâ), kârilerin (kurrâ’), mutasavvıfların ve hadis ehlinin mezhebidir. Bu, sahâbe ve tâbi‘ûnun mezhebidir; Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnetidir.” Bk. Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 250.

[7] Selef Akîdesi olarak ya “İmam Ebû Hanîfe ve diğer Selef/Ehl-i Sünnet ulemâ”nın ya da Ahmed b. Hanbel’in (rh.a) talebelerinden onun görüşlerini teşbih-tecsim ekseninde tahrif eden kimselerin itikâdî hususlardaki beyanını kabul etmenin gerekliliğine dair kısa bir tahlil, EK-III’te yer almaktadır.

[8] Zikredilen isimler arasındaki hoca-talebe ilişkileri, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerinden takip edilebilir.

Silsileyi genişletmenin mümkün olmaması sebebiyle burada zikredemediğimiz ancak İbn Teymiyye’nin kendilerine atıf yaptığı, teşbih-tecsim görüşünde olan başka isimler de vardır: Ebu’ş-Şeyh el-İsfahânî, Ebû Bekr el-‘Assâl, Ebû Bekr b. Ebî ‘Âsım, et-Taberânî, İbn Mende, el-Hakem b. Ma‘bed el-Huzâ‘î, el-Âcurrî, Ebû Nasr es-Siczî, Ebû İsmâ‘îl el-Herevî gibi… Bk. Ebubekir Sifil, Çağdaş Dünyada İslâmî Duruş, s. 195-6.

[9] Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-Dîn (Ankara: Ankara Üniversitesi DTCF Kütüphanesi, İsmail Saib Sencer, 1261), 113b. Krş. Ebu’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-Dîn, s. 258-9; A. mlf, Usûlü’d-Dîn (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1262), 121a; A. mlf, ‘Akîdetü Mevlânâ Ebu’l-Yüsr (Kayseri: Raşid Efendi Kütüphanesi, 516), 119a.

[10] İbnü’l-Cevzî, Def‘u Şübheti’t-Teşbîh, s. 6-7.

[11] Bk. İbn Teymiyye, el-Fetvâ’l-Hameviyyetü’l-Kübrâ, s. 15. Bu isimlerin bazıları, yukarıda, Doç. Dr. Ebubekir Sifil’e atıf yapılan dipnotta zikredilmiştir.

[12] Bk. Ebû Sa‘îd Osman b. Sa‘îd ed-Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye ve Nakzu’d-Dârimî (‘Akâidü’s-Selef içinde), s. 253-565.

[13] Ebû Sa‘îd Osman b. Sa‘îd ed-Dârimî, Nakzu’d-Dârimî, s. 62. Krş. İbn Teymiyye, Der’u Te‘âruzi’l-‘Akl ve’n-Nakl, II, 7; Ali Sâmî en-Neşşâr vd., ‘Akâidü’s-Selef, s. 379.

[14] ed-Dârimî, a.g.e., s. 67.

[15] ed-Dârimî, a.g.e., s. 201.

[16] ed-Dârimî, er-Red ‘ale’l-Cehmiyye, s. 182. Krş. Ali Sâmî en-Neşşâr vd., ‘Akâidü’s-Selef, s. 348.

[17] Bu bağlamda; “Selefî” İbnü’l-‘Useymîn’in, İbn Teymiyye’nin el-‘Akîdetü’l-Vâsıtıyye’nin başında zikrettiği “İmdi; bu [risâle], [kendisine] kıyamete değin nusretler bahşedilmiş olan Fırka-yı Nâciye’nin, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin itikâdıdır” (s. 54) sözündeki “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” ibaresini şerh ederken söyledikleri dikkat çekicidir: “(…) Müellifin (rh.a) sözünden; yollarında onlara muhâlefet edenlerin Ehl-i Sünnet’e dâhil olamayacağı anlaşılmıştır. Bu bağlamda, mesela Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatten sayılmaz. Zira onlar, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın sıfatlarının hakikatleri üzere alınması hususunda Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve ashâbının izledikleri yola muhaliflerdir. Dolayısıyla, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat üç [zümre]dir: Selefîler, Eş‘arîler ve Mâtürîdîler” diyen kimse hata etmektedir. Bu hatadır. Deriz ki: “Bunlar [beraberce kabul edilemeyecek şekilde] birbirlerinden farklı oldukları hâlde nasıl olur da hepsi Ehl-i Sünnet’tir? “Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?” (Yûnus, 32.) Onlardan her biri bir diğerini reddederken [hepsi] nasıl Ehl-i Sünnet olabiliyor?” Bu mümkün değil; meğerki iki zıddı cemetmek mümkün olsun, bu takdirde evet, [mümkündür]. Diğer türlü, şüphesiz bunlardan yalnızca bir tanesi sünnet ehlidir (sâhibü’s-sünne). Peki ya hangisidir? Eş‘arîler mi Mâtürîdîler mi Selefîler mi? Deriz ki: “Kim sünnete muvâfıksa, o sâhibü’s-sünnedir. Kim de sünnete muhâlifse sâhibü’s-sünne değildir.” Buna binaen biz diyoruz ki: “Selef, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin ta kendisidir. Onlardan başkasını bununla vasıflandırmak asla doğru olmaz.” Kelimeler, mânâlarına göre itibar görür. O hâlde biz, sünnete muhâlefet edenler nasıl Ehl-i Sünnet diyebiliriz? Bu mümkün değildir. Birbirinden farklı üç zümre hakkında nasıl “bunlar bir aradadır” deriz? Birliktelik nerede? İşte bunlardan hareketle [deriz ki:] Ehl-i Sünnet, itikat açısından selef[e uyanlar]ın ta kendisidir. Kıyamet gününe değin sonradan gelen kimse dahi, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve ashâbının izlediği yol üzereyse, elbette selefîdir.” İbnü’l-‘Useymîn, Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye, I, 53-4.

[18] ez-Zehebî bu eserin Ahmed b. Hanbel adına uydurulduğu görüşündedir: Bk. Şemsüddîn ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, XI, 286-7. en-Neşşâr ise eserin Ahmed b. Hanbel’e aidiyetini savunur.

Eserin Müşebbihe’den Mukâtil b. Süleymân’a ait olduğuna dair bir çalışma için ayrıca bk. Ahmed b. Abdissettâr en-Neccâr vd., Tebrietü’l-İmam Ahmed b. Hanbel min Kitabi’r-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye el-Mevzû‘ ‘aleyh, Bağdat-2018.

[19] Bk. Ahmed b. Hanbel, er-Red ‘ale’z-Zenâdıka ve’l-Cehmiyye (‘Akâidü’s-Selef içinde), s. 66-8; en-Neşşâr, a.g.e., s. 21. Ayrıca bk. İbn Teymiyye, Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye, III, 107-8.

[20] İbn Teymiyye, Fahruddîn er-Râzî’nin (rh.a) Cenâb-ı Hakk’ı tenzîh konusunda yazdığı bu bir ciltlik muhteşem esere Beyânu Telbîsi’l-Cehmiyye adında on ciltlik bir kitapla reddiyede bulunmuştur.

[21] İbn Teymiyye, el-Fetvâ’l-Hameviyyetü’l-Kübrâ, s. 14-6.

[22] İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, VI, 359. Ebû İsmâîl el-Herevî’den benzeri bir nakil için bk. a.g.e., VIII, 227.

[23] İbn Teymiyye, Der’u Te‘âruzi’l-Akl ve’n-Nakl, I, 205.

[24] Bizim burada kısaca değinebildiğimiz meseleyi Doç. Dr. Ebubekir Sifil, “Allah Teâlâ Mahlûkatına Benzer mi?” başlıklı yazısında, “selef âlimi” olarak vasıflandırılan bu kimselerin görüşlerini “İmam Ebû Hanîfe ve diğer Ehl-i Sünnet imamların” görüşleriyle mukayese ederek, nispeten detaylı bir biçimde, ele almıştır. Bk. Ebubekir Sifil, Çağdaş Dünyada İslâmî Duruş, s. 191-233.

Ebubekir Sifil Hocamızın Kitaplarını İncelemiş miydiniz?