Image
29 Mart, 2023

Hz. Ali (r.a)'ın Bir Hutbesi

Hamd o Allah’a mahsustur ki, (nimetlerini kullarına) vermemek ve tutmak O’nun mülkünde bir artışa sebep olmaz. Vermek ve el açıklığı göstermek de O’nun hazinelerini tüketmez. O’ndan başka kim başkasına mal verse malı tükenir. O’ndan başka kim vermezlik etse kötülenir ve zemmedilir.

Kullarına nimetler veren ve onlar arasında rızıklarını taksimle ihsanda bulunan O’dur. Yaratılmışların hepsi O’na muhtaçtır. O, mahlûkatının rızkına kefil olmuş, yiyeceklerini takdir ve tâyin buyurmuş, kendisine başvuranlara ve lütf-u keremini isteyenlere yolu açık tutmuştur. Kendisinden isteneni vermekteki cömertliği, istenmeyenleri vermekteki cömertliğinden daha fazla değildir.

O el-Evvel’dir; kendisinin evveli olmadığından, O’ndan evvel bir şeyin bulunma ihtimali yoktur. O el-Âhir’dir; varlığının sonu olmadığından, kendisinden sonra bir şeyin bulunması söz konusu değildir.

Gözbebekleri O’na değmez ve gözler O’nu kuşatamaz. Zamanın üstünde olduğundan, O’nda hal değişikliği olmaz. Bir mekânda olmadığından, O’nda bir yerden başka bir yere intikal olmaz.

Dağların madenlerinden fışkıran ve denizlerin içinden fırlayan gümüş ve altınları, inci ve mercanları verecek olsa, O’nun cömertliğine bunun bir tesiri olmaz ve O’nun geniş hazinesinden bunlar herhangi bir şey eksiltmez. İnsanların istemesi, O’nun katındaki nimetleri tüketemez. O öyle bir Cevad’dır ki, isteyenlerin istemesi O’ndakileri eksiltmez. İstemede ısrarlı davrananların ısrarı O’nu cimriliğe sevkedemez.

Bak, ey soran kişi! O’nun sıfatlarından Kur’ân’ın gösterdiklerine uy. Ve Kur’ân’ın hidâyet nuruyla aydınlan. Bunun dışında her ne varsa şeytanın teklifidir ki, Allah onu sana Kitab’ında teklif etmemiş, Resûlullah Sünnet’inde bildirmemiş ve hidâyet imamları bu hususta bir eser ortaya koymamıştır.

Bilmediğin yerde dur! Ve onu bilmeyi Allah’a havâle et! Allah’ın senin üzerindeki hakkı budur.

Bil ki ilimde rüsuh bulmuş (derinleşmiş) olanlar o kimselerdir ki, örtülü olan gaybın tefsir ve te’vilini bilmemeyi ikrar ve itiraf etmek, onları gaybın üzerine örtülmüş olan kapılara hücum etmekten alıkoymuştur. İlimlerin ihâtası (zihnen, aklen kavranabilen) dışında kalan konular hususunda acziyetlerini itiraftan dolayı Allah o kişileri methetmiş, onların mükellef olmadıkları meseleleri araştırmaktan geri durmalarına “rüsuh” adını vermiştir. Sen de bununla iktifâ et. Allah’ın büyüklüğünü aklının derecesi ile takdire kalkışma ki, helâk olanlardan olmayasın.

O, Kadir’in tâ kendisidir ki, O’nun kudretinin sınırını idrak etmek için önden vehimlerimiz ilerleyecek, vesveseden ârî olan fikirlerimiz O’nun melekûtunun gaybî derinliklerine inecek, gönüller O’nun aşkı ile dolup sıfatlarını düşünmekle hayrete dalacak, akıllar en ince yollarla O’nun zatını bilmeye kalkışacak olursa, gayb uçurumlarının karanlıkları içinde yuvarlanarak geri dönmek zorunda kalırlar.

O ki, yarattıklarını örneksiz olarak yarattı. Kendisinden başka bir yaratıcı ve mâbud yok iken ve misal olacak bir nesne mevcut değilken var etti. Bize kudretinin melekûtunu gösterdi. Her var edilen şey O’nun varlığının delilidir.

Kalbim ve kalıbımla (bütün varlığımla) şahitlik ederim ki, Ya Rabbi, seni yaratmış olduğun şeylere benzetenler ve senin benzerin olmadığı konusunda kalbinde itminan bulunmayanlar seni hakkıyla bilmekten uzaktırlar. Onlar bilmezler mi ki, bâtıl ilâhlara inanıp uyanlar yarın ahirette, “Yemin olsun ki biz apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi Âlemlerin Rabbi olan Allah ile bir tutuyorduk.” (26/eş-Şuarâ,97-98) diye itirafta bulunacaklar? Sen o Allah’sın ki, akıllar seni kavrayamaz. Bunun için de fikirler senin niceliğini ve nasıllığını tâyine muktedir değildir. Sen muhakeme ve mülahazaların sınırına girmezsin.

Allah Teâlâ, yarattıklarını bir ölçüyle yaratmış, onların tedbir ve tasarruflarında ince hikmetler göstermiş ve her şeyi bir amaç ve hedefe yöneltmiştir. Onlardan hiçbirisi, yönlendirildiği amacın dışına çıkamaz. Bütün olup bitenler O’nun iradesiyle olduğu halde böyle bir şey nasıl mümkün olabilir! Her şey O’nun “ol” demesiyle olur ve “öl” demesiyle ölür. O’nun emrinin karşısında gecikmek, geri kalmak yoktur. (Dilediği şey anında olur.)

Eğrileri doğrultan, zıtları bir araya getiren ve bunlara bir sınır tâyin eden O’dur. O, herhangi bir yere asılı olmayan göğün (gök katlarının) yüksekliklerini bir sisteme koymuş, aralarındaki açıklıkları doldurmuştur. Her göğün yıldızlarını birbirine bağlamış ve emri ile gök katları arasında inip çıkan meleklere bunları yol yapmıştır. Dumandan ibaret olan gökleri bir çağırmasıyla derleyip toplamıştır. Onlar bu haldeyken hepsini ayrı birer alem yapmış, kuvvet ve kudretiyle onları bir merkezde tutmuş, kendi emrine itaatkâr ve boyun eğer kılmıştır. Güneşi gündüz ışığıyla görünen, ayı da gecenin bazı saatlerinde söndürülmüş bir halde bulunan birer kudret delili kılmıştır. Geceyle gündüzün, yıl ve ayların birbirinden ayrılması için onlara belli bir hareket ve seyir vermiş, her birine farklı hizmet ve görevler tâyin buyurmuştur.

Sonra göklere yerleştirmek ve melekûtunun yüksek safhasını imar eylemek üzere melekleri yaratmış ve onlarla göklerin arasını doldurmuştur. Cennetinin bahçeleri ve azametinin surları onların tesbih sadâlarıyla dolar. Kulakları dolduran bu tesbih ve temcid sadâlarının ötesinde Allah Teâlâ’nın celâl ve azametinin nur tabakaları vardır ki, gözler kamaşır ve onlara bakmaya tahammül edemez.

O meleklerin her birini muhtelif şekil ve sûretlerle yaratmış ve kendilerine kanatlar vermiştir. Onlar Allah Teâlâ’nın izzet ve celâlini tesbih ve temcid ederler. Onların Yüce Allah’tan aldıkları emirleri yerine getirmekten başka bir davaları ve işleri yoktur. Yüce Allah onları vahyinin emin elçileri kılmış ve peygamberlere gönderdiği vahiyleri onlar vâsıtasıyla ulaştırmıştır. Onlar için günah işlemek ve hak ve hakikatten şüphe etmek söz konusu değildir. Allah Teâlâ’nın rızasının yolundan sapmak nedir bilmezler. Allah Teâlâ onların kalplerine sekinet ve tevazu yerleştirmiş, kendisini tesbih ve temcid etmeleri için onlara kapılar açmış, onlara tevhidinin yollarını göstermiştir. Onlar günah yüklerinin ağırlığını bilmezler. Kimseye karşı kindarlıkları ve hasetleri söz konusu değildir. Onlara ne gecenin bir tesiri olur, ne de gündüzün.

Hakk’a kulluktaki istiğrakları onlarda Hakk’ın gayrısına bakmaya mahal bırakmamıştır. Onlar Hakk’a tam bir teveccühle yönelmişlerdir. O’nu bilmenin tadını tatmış, muhabbetinin zevkine varmışlardır. Aynı zamanda Hakk’ın korkusu da onların gönlünü sarmıştır. İbadetlerini çok bulmazlar; Cenâb-ı Hakk’a uzun uzun münacattan ağızları kurumaz, zikir ve tesbihattan dilleri yorulmaz. İbadette kusur etmek ve yorulmakonlar için söz konusu değildir. İbadetlerinin sonu, tatlarının nihâyeti yoktur. Göklerin muhtelif tabakalarında hiçbir nokta yoktur ki, orada secde halinde veya başka türlü ibâdetle meşgul bir melek bulunmasın. Taatları çoğaldıkça Rabbleri konusundaki mârifetleri de artar ve Rabblerinin izzeti gönüllerinde her ân çoğalır.

Yeryüzü taşkın denizler gibi dalgalanırken ve coşkun ırmaklar gibi köpükler savururken Cenâb-ı Hak onu sakin kıldı. Yüksek dağları onun üzerine yükledi. Dağlardan göz göz sular fışkırtıp, yatakları vâsıtasıyla ovalara sevketti. Dağlar vâsıtasıyla yeryüzünün hareketlerini dengeledi ve sarsıntılarını hafifletti.

Havayı yeryüzü sakinlerinin teneffüsü için hazırladı ve onların bütün ihtiyaçlarını temin etti. Irmakların sulamadığı yerler için yağmurlar yarattı. İnsanlar ve hayvanlar için yerden otlar bitirdi.

Yeryüzü Âdemoğlu’na mesken olacak duruma geldikten sonra Hz. Âdem’i yaratıp cennete yerleştirdi. Kendisine bol bol rızık verdi ve kendisini neden sakındırmış ise onu da açıkça bildirdi. Hz. Âdem sakındırıldığı şeyden kendisini alıkoyamadı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i, nesliyle yeryüzünü mamur kılsın ve kullara hüccet ikame etsin diye, tevbeden sonra cennetten indirdi. Sonunda Hz. Âdem’in eceli geldiğinde onun ruhunu kabzettikten sonra, her nesilden, rububiyetinin hüccetini insanlara gösterecek peygamberler gönderdi. Nihâyet bizim Peygamberimiz ile ilâhî hüccet tamam oldu.

Cenâb-ı Hak, rızıkları takdir ederek kimine çok, kimine az vermiştir; kiminin rızkını bol, kimininkini de dar eylemiştir. Bu bolluk ve darlıkla O kullarını imtihan etmekte, zengin ve fakir kıldığı insanlardan hangisinin şükredici ve hangisinin sabredici olacağını yoklamaktadır.

Bazen rızık bolluğunu fakr u zarurete, sağlıklı ve sıhhatli olmayı hastalıklara, ferahı sıkıntıya dönüştürür. Kimimizin ömrünü uzatır, kimimizinkini de kısaltır ve ölümlerimizi muhtelif sebeplere bağlar.

O, içinde sır saklayanların sırrını ve gizli konuşanların konuşmalarını bilir; gönüllere gelenleri, göz ucuyla yapılan hırsızlama bakışları, kalplerin gizli katlarında kalanları, küçücük karıncaların yerlerini ve ufacık böceklerin yuvalarını bilir. Yavrularını kaybetmiş kadınların iniltilerini, sessiz ayak tıpırtılarını, meyvelerin tomurcuklarından çıkacak yerlerini, vahşi hayvanların dağlardaki ve vadilerdeki inlerini, böceklerin ağaç kabuk ve dallarındaki duraklarını, yaprakların dallara tutamak yerlerini, yuvalardaki kuşların ötüşlerini, deniz diplerindeki sedeflerin içinde bulunanları, gece karanlığının örttüğü şeyleri, gündüz üzerine güneşin doğduğu nesneleri, her adımın izini, her hareketin sesini, her kelimeyi, her dudak oynamasını, her zerrenin miktarını, yeryüzündeki ağaçların ne kadar meyvesi bulunduğunu, ağaçlardan kaç yaprak düştüğünü duyar ve bilir. Hem de külfetsiz ve zahmetsiz olarak. Yarattıklarını korumak ve muhafaza etmek O’nu yormaz, onları idâre etmekte O’na bıkkınlık arız olmaz.

Allahım! Ne kadar güzel vasıf varsa sen onlara sahipsin. Ne kadar çok zikredilecek olsan, senin yüceliğin ona ehildir. Eğer ümitler sana bağlanırsa, sen ümit bağlanılanların en hayırlısısın. Eğer senden bir şey umulursa, sen kendisinden umulanların en cömerdisin.

Allahım! Sen ki, senden başkasını zaten methetmediğim ve senden başkasına hamd ü senâ etmediğim hususlarda bana bolca ihsanda bulundun. Ben bu ihsanların nereden geldiğini bilir, umutsuzluğa ve şüpheye kapılmam. Sen benim dilimi Âdemoğlu’nu methetmekten, kullara ve mahlûkata hamd ü senâ etmekten korudun.

Allahım! Her senâ edicinin senâsına karşılık olmak üzere, senâ ettiği kişi tarafından verilen bir mükâfatı veya bir bağışı vardır. Ben, rahmet ve mağfiret hazinelerine nâil olma yolunda senin bana yol göstereceğin umudundayım.

Allahım! Bu, sadece sana mahsus olan Tevhid’i yalnızca sana tahsis eden ve bu hamdlere ve bu meth ü senâlara senden başkasını layık olarak görmeyen kulunun bulunduğu noktadır. Ben senin rahmetinin muhtacı, senin ihsanının yoksuluyum. Benim bu fakr u zaruretimi ancak senin fazlu keremin giderir. Benim muhtaçlığımı ancak senin ihsan ve cömertliğin sona erdirir.

Bulunduğumuz bu yerde bize rızanı nasip eyle. Bizleri senden başkasına el açmaktan uzak kıl. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin.

İktibas: Ebubekir Sifil, Böyle Seslendiler - Allah Resûlü ve Hulefâ-i Râşidîn'den Hitabeler, 4. Baskı, Rıhle Kitap, İstanbul 2022, s. 177 vd.

Ebubekir Sifil Hocamızın Kitaplarını İncelemiş miydiniz?