Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumun, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedî değil geçici olduğunu savunan Kazan'lı Musa Carullah Bigiyef'e[1] reddiyesinden[2] sonra bu bâtıl davanın Kur'ân ile temellendirilmesinin mümkün olmadığı, en küçük bir şüpheye mahal bırakmayacak tarzda tescillenmişti.[3]
Ancak mezkûr reddiye, bütün ihtişam ve nefasetine rağmen, Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için ebedî olmadığını savunanların ileri sürdüğü merviyyat üzerinde –son derece isabetli tesbitler sunmakla birlikte– alabildiğine kısa durduğu için, meselenin bu yönü bakımından takviyeye muhtaçtır. Hemen aşağıda değinileceği üzere konunun bu yönünü de Muhammed b. İsmail es-San'ânî, Ref'u'l-Estâr isimli eseriyle büyük ölçüde ikmâl etmiştir.
Bu yazının amacı ise, İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının ebedî olmadığı görüşünü benimseyip benimsemediği tartışmasını bir sonuca bağlamaktır.[4]
İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın Konuyla İlgili Görüşü
"İbnu'l-Vezîr" diye bilinen, el-Avâsım sahibi Muhammed b. İbrahim el-Yemânî[5], Sübülü's-Selâm sahibi Muhammed b. İsmail es-San'ânî[6] ve Zâhid el-Kevserî, kâfir ve müşrikler için Cehennem hayatının sonsuz olmadığı görüşünü İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'a nisbet etmiştir.[7]
DİA'daki "Cehennem" maddesinin "Kelâm" ilmiyle ilgili kısmının[8] müellifi Bekir Topaloğlu, "İbn Teymiyye ve onun yolunu benimseyenlerden oluşan bir grup âlim..." diyerek aynı şekilde davranmıştır.[9]
Aynı kaynaktaki "Azap" maddesinin yazarı Yusuf Şevki Yavuz'un da bu görüşü İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'a nisbet ettiği görülmektedir.[10]
Bu listeyi birkaç katı artırmak mümkün olmakla birlikte, öteden beri yaygın olarak benimsenen kanaatin, İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın Cehennem hayatının son bulacağı görüşünü benimsediği doğrultusunda olduğunu söylemek için bu kadarını yeterli görüyorum.[11]
Ancak günümüzde konuyla ilgilenen bir kısım araştırmacıların, İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın bu görüşte olmadığında ısrar ettiği, tam aksini söylediklerine dâir kendi ifâdelerinden deliller aktararak isbatlama yoluna gittiği görülmektedir. Meseleyi "problem" haline getiren de bu noktadır.
"Bekâ-i Nâr" Görüşü
İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetâvâ'da, "Yedi şey vardır ki bunlar ölmeyecek, fenâ bulmayacak ve yokluğu tatmayacaktır: Cehennem ve sakinleri, Levh, Kalem, Kürsi, Arş"[12] şeklindeki rivâyetin sahih olup olmadığı tarzındaki bir soruya verdiği cevapta şöyle der:
"Bu haber bu lafızla Hz. Peygamber (s.a.v)'in sözü değildir; o, âlimlerden birine ait bir sözdür. Bu Ümmet'in selefi, imamları ve sâir Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat şu itikâttadır: Mahlûkât arasında yok olmayacak ve tamamen fenâ bulmayacak varlıklar vardır.[13] Cennet, Cehennem, Arş vd. varlıklar böyledir. Mahlûkâtın tamamının fenâ bulacağını, Cehm b. Safvân ve Mu‘tezile'den ve benzerlerinden kendisine muvâfakat edenler gibi bid‘atçı Kelâmcılar'dan bir grup dışında söyleyen olmamıştır. Bu, Allah'ın Kitabı'na, Resûlü'nün Sünneti'ne ve Ümmet'in selefinin ve imamlarının icmâına aykırı bâtıl bir sözdür. Nitekim bu hususta Cennet ve ehlinin ve daha başka varlıkların bekasına delâlet (eden deliller) vardır ki, bu sayfa, bu noktanın zikri için yeterli değildir. Kelâmcılar'dan ve Felsefeciler'den çeşitli kesimler, bütün mahlûkâtın fenâ bulmasının mümteni (muhal) olduğuna, aklî delillerle istidlal etmiştir. Vallâhu a'lem."[14]
Bu ifâdeler esas alındığında İbn Teymiyye'nin, Cehennem'in son bulacağı görüşünde olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Yine bir başka eserinde İmam el-Eş‘arî'nin Makâlâtu'l-İslâmiyyîn'inden, herhangi bir itiraz getirmeksizin şöyle bir nakil yapar:
"… Yine şu meselede de iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Allah Teâlâ'nın fiilleri için bir son var mıdır, yoksa O'nun fiillerinin sonu yok mudur? el-Cehm b. Safvân şöyle demiştir: "Allah'ın malumat ve makduratının bir son noktası ve sınırı, fiillerinin de bir sonu vardır. Cennet ve Cehennem fenâ bulacak, içindekiler de yok olacaktır. Tâ ki Allah, tıpkı el-Evvel olup, (ezelde) kendisiyle birlikte herhangi bir şey bulunmadığı gibi, (bütün mahlûkât yok olduktan sonra da) el-Âhir (en son kalan) olacak ve O'nunla birlikte herhangi bir şey bulunmayacaktır." Buna karşılık Ehl-i İslâm bir bütün olarak şöyle demiştir: "Cennet ve Cehennem'in sonu yoktur. Bu ikisi baki kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde cennetlikler Cennet'te nimetlenmeye, cehennemlikler de Cehennem'de azap görmeye sürekli olarak devam edecektir. Bunun bir sonu yoktur. Allah'ın malumat ve makduratı için de bir son nokta ve sınır mevcut değildir."[15]
İbn Hazm, üzerinde icmâ bulunan meseleleri zikretmek maksadıyla kaleme aldığı Merâtibu'l-İcmâ'da "bekâ-i nâr" meselesini de zikretmiş ve şöyle demiştir: "… Cehennem'in hak olduğunda, buranın ebedî bir azap yurdu olduğunda, kendisinin de içindekilerin de sonsuz ve ebedî olarak devam edip, fenâ bulmayacağında ittifak etmişlerdir…"[16]
Bu esere Nakdu Merâtibi'l-İcmâ' adıyla bir tenkit yazmış olan İbn Teymiyye'nin, yukarıdaki satırlar hakkında tek kelime etmemiş olması da bu konuda farklı düşünmediğini gösteren önemli bir noktadır.
İbnu'l-Kayyım da el-Vâbilu's-Sayyib'inde şöyle demiştir: "İnsanlar, "herhangi bir pisliğin çirkinleştirmediği/bulaşmadığı temiz", "kendisinde hiçbir temizlik olmayan pis" ve "kendilerinde hem pislik, hem de temizlik bulunanlar" şeklinde üç tabaka olduğuna göre, bunların kalacakları yerler de üç çeşit olacaktır: Mahza temizlerin yurdu ve mahza pislerin yurdu. Bu iki yurt fenâ bulmayacaktır. Üçüncüsü ise kendisinde hem pislik, hem de temizlik bulunanların yurdudur ki, fenâ bulacaktır. Bu, (mü'min olan) isyankârların yurdudur. Zira Cehennem'de muvahhitlerin isyankârlarından kimse kalmayacak ve onlar cezaları miktarınca azaplandırıldıktan sonra ateşten çıkarılıp Cennet'e sokulacaklardır. Geriye mahza temizlerin ve mahza pislerin yurtlarından başkası kalmayacaktır..."[17]
Bütün bunlar İbn Teymiyye ve gözde öğrencisi İbnu'l-Kayyım'ın "fenâ-i nâr" görüşünü kesinlikle benimsemediğini göstermektedir. Öyleyse onların bu görüşte olduğu kanaatinin yaygınlık kazanmasını nasıl izâh edebiliriz?
"Fenâ-i Nâr" Görüşü
Nâsıruddîn el-Albânî, Hanbelî mezhebine mensup Hadis hafızlarından "İbnu'l-Mibred"[18] veya İbn Abdilhâdî diye bilinen Cemâluddîn b. Hasan'ın (909/1503) Fihrist'inde İbn Teymiyye'nin, Cennet ve Cehennem'in fenâ bulacağı görüşüne reddiye mahiyetinde bir eseri bulunduğunun zikredildiğini söyler.[19] Aynı bilgiye es-Safedî'nin el-Vâfî bi'l-Vefeyât'ında da rastlıyoruz[20] ki bu eser, er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr ve Beyânu'l-Akvâl fî Zâlik ismiyle neşredilen risâle olmalıdır.[21]
Takiyyüddîn es-Sübkî'nin (756/1355) el-İ'tibâr bi Bekâi'l-Cenneti ve'n-Nâr adlı risâlesini[22] neşreden Tâhâ ed-Düsûkî Hubeyşî, bu eserin sonunda "Mülhak" ünvanıyla yer verdiği bölümde[23], İbn Teymiyye'nin bir risâlesinden bazı pasajlar aktaran bir yazma risâleden söz eder. M. Nâsıruddîn el-Albânî tarafından tahkik edildiğini belirttiği bu üç sayfalık risâle –yine el-Albânî'den naklen belirttiği gibi– İbn Teymiyye'nin, "Cennet ve Cehennem'in son bulacağı görüşüne" reddiye olarak kaleme alınmıştır.
Nitekim risâlenin tanıtım cümlesi, "Şeyhülislâm Ahmed b. Teymiyye –Allah ona rahmet eylesin–, Cennet ve Cehennem'in son bulacağı görüşüne reddiye olarak kaleme aldığı risâlede şöyle dedi:…" tarzındadır.
Bu teşhis cümlesi, söz konusu risâlenin, yukarıda mezkûr er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr veya onun bir parçası olup olmadığı hakkında fikir vermek için yeterli değilse de, risâlenin "mülhak" kısmında verilen metni, onun, er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'dan aktarılan bazı bölümlerden ibâret olduğunu göstermektedir.
İstihale Süreci
Esas meseleye geçmeden önce, burada okuyucuyu yanılgıya sevk edebilecek bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: İbn Teymiyye, Cennet ve Cehennem'in ikisinin de yok olacağını söylememektedir. Dolayısıyla onun, bu görüşü savunan el-Cehm b. Safvân ve daha başkalarının karşısında yer alması ve bu müddeaya reddiye mahiyetinde görüş beyan edip eser yazmış olması son derece normaldir. Bu itibarla onun bu konuda yazıp söylediklerinin er-Redd ale'l-Kâilîne bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nar (Cennet ve Cehennem'in (her ikisinin de) son bulacağını söyleyenlere reddiye) başlığı altında toplanmasında ve takdiminde şaşılacak bir durum yoktur.
Bizim meselemiz ise İbn Teymiyye'nin, sadece Cehennem'in son bulacağını söyleyip söylemediğidir. Bir diğer ifâdeyle onun, Cennet ve Cehennem'in son bulacağını söyleyen el-Cehm b. Safvân ve benzerlerine reddiye yazarken, sadece Cehennem'in son bulacağı görüşünü savunabileceğine, zira bu ikisinin birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiğine dikkat edilmelidir.
el-Cehm b. Safvân, Cennet ve Cehennem'in yok olacağı görüşünü, "hâdis olanın ebedî olamayacağı" kazıyyesiyle temellendirmekte,[24] İbn Teymiyye ise daha farklı bir zeminde hareket etmektedir.
Muhtevasından biraz sonra bahsedeceğim er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'a geçmeden önce, bu risâlenin İbn Teymiyye'ye aidiyeti üzerinde de durmamız gerekiyor.
İbnu'l-Kayyım bu meseleyi, etraflıca ele aldığı başlıca eserlerinden birisi olan Şifâu'l-Alîl'de[25] enine boyuna tartışıp, karşıt deliller arasından kâfir ve müşriklerin Cehennem'de uzun bir azap süreciyle "temizlendikten" sonra azabın sona ereceği görüşünü, "Mahza şer için ve Yaratıcı'sının bekasınca devam edecek olan azap için bazı nefisler yaratmak, hikmet ve rahmete uygunluğu açık olmayan bir husustur. Her ne kadar ilâhî kudretin şümulüne girse de, bu meselenin hikmet ve rahmetin şümulüne girdiği açık değildir. Akıllıların aklının tökezlediği bu meselede nazarın vardığı netice budur" sözleriyle ortaya koyduktan sonra şöyle der:
"Ben bu meseleyi Şeyhülislâm'a[26] (Allah onun ruhunu takdis eylesin) sorduğumda, "Bu, azim ve büyük bir meseledir" demiş ve herhangi bir cevap vermemişti. Aradan bir zaman geçtikten sonra Abd b. Humeyd el-Keşşî'nin tefsirinde yukarıda zikrettiğim rivâyetlerden bazılarını gördüm. Bu eseri kendisine gönderdim. O sırada kendisi son meclisinde idi ("ve huve fî meclisihi'l-ahîr"). Rivâyetlerin zikredildiği yere bir işâret koydum ve kitabı kendisiyle gönderdiğim kişiye, "Burası ona müşkil gelmiş; ne olduğunu bilememiş" demesini söyledim. Bunun üzerine bu konudaki meşhur eserini yazdı. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun..."
İbnu'l-Kayyım'ın burada sözünü ettiği "meşhur eser" hangisidir? er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr mıdır, yoksa aksi istikâmette kaleme alınmış bir başka kitap mıdır?
Şu an için elimizde bulunan malzeme bizi, bu "meşhur" eserin, yukarıda zikri geçen er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr olduğunu söylemeye icbar ediyor. Zira İbn Teymiyye'nin, münhasıran Cehennem hayatının son bulacağı görüşüne reddiye mahiyetinde bir eser kaleme aldığına dâir herhangi bir malumata rastlanabilmiş değildir.
İbnu'l-Kayyım'ın yukarıda iktibas ettiğim ifâdelerinde geçen "son meclis" tâbirini, İbn Teymiyye'nin 726/1325 yılında Şam kalesindeki "mecburi ikamet"inden[27] hemen önceki dönem olarak anlayabilir miyiz? Bu süreçteki "mecburi ikamet"i esnasında İbn Teymiyye'nin kitap yazmasına ve fetvâ vermesine imkân tanınmadığına göre, şu anda elimizdeki bilgiler doğrultusunda, konuyla ilgili müstakil telifinin belirlediğimiz zaman diliminde kaleme alındığını söylemek mümkün görünüyor…
Buna göre İbn Teymiyye, önceleri "bekâ-i nâr" görüşünde iken bilahare bu konuda bir tereddüt safhası geçirmiş olmalıdır. İbnu'l-Kayyım'ın sorusuna "Bu, azim ve büyük bir meseledir" demekle yetinmesini, bu tereddüt sürecinin devam ettiği bir safhaya ait bir tavır olarak okumak yanlış olmasa gerek...
Risâlenin İbn Teymiyye'ye Aidiyeti
Nitekim İbnu'l-Kayyım'ın, Hâdi'l-Ervâh'ta meseleyi Şifâu'l-Alîl'e kıyasla daha geniş bir şekilde işlemesinden ve kâfir ve müşriklerin azabının sonlu olduğu görüşünü daha detaylı delillendirmeye çalışmasından, sadece kendisinin bu meseledeki kanaatinin pekiştiğini değil, aynı zamanda İbn Teymiyye'nin görüşünün de onunkiyle aynı doğrultuda istikrar bulduğunu gösterdiği sonucunu çıkarabiliriz.
İbnu'l-Kayyım'ın bu eserinde İbn Teymiyye'den yaptığı uzun alıntı, ilgi çekici biçimde Abd b. Humeyd'in tefsirinden iktibaslar içermekte ve orada yer alan rivâyetler konusunda hocasının yorumlarını ihtivâ etmektedir.
İbnu'l-Kayyım, önceleri bu noktada iken bilahare Şifâu'l-Alîl'in telifi öncesinde bir tereddüt süreci yaşamış, hatta kâfir ve müşriklerin azabının sonlu olduğu görüşüne meyletmekle birlikte kesin bir şey söylemekten kaçınmış ve nihâyet Hâdi'l-Ervâh'ın telifi aşamasında bu meyil "tercih"e dönüşmüş ve pekişmiş olmalıdır.
Nitekim el-Kasîdetu'n-Nûniyye'de[28] –yukarıda görüşünü özetle verdiğim– el-Cehm b. Safvân'ı eleştirirken, sadece Cennet ve içindekilerin fenâ bulmayacağını söylemekle yetinmesi de bu tesbiti doğrulayan bir tavırdır.
Bu meseleyi en fazla detaylandırdığı Hâdi'l-Ervâh'ta hocasından, aykırı bir görüş nakletmek şöyle dursun, malûm görüşü destekler mahiyette iktibasta bulunması, İbn Teymiyye'nin de bu meselede aynı şekilde düşündüğünü ortaya koyan önemli bir göstergedir.
Mezkûr eserinde, Cehennem'in ebedî/sonsuz olup olmadığı konusundaki görüşleri 7 madde halinde zikrettikten sonra sözlerini şöyle sürdürür:
"Şeyhülislâm şöyle dedi: "Bu görüş[29] Ömer, İbn Mes‘ûd, Ebû Hureyre, Ebû Sa'îd ve daha başkalarından nakledilmiştir. Abd b. Humeyd –ki Hadis ulemâsının büyüklerindendir–, meşhur tefsirinde şöyle rivâyet etmiştir: "Bize Süleyman b. Harb... el-Hasan'ın şöyle dediğini tahdis etti: "Ömer şöyle demiştir: "Ateş ehli ateşte "Âlic" (denen mevki)'in kumları miktarınca..."
"(Yine Abd b. Humeyd) şöyle demiştir: "Bize Haccâc b. Minhâl... el-Hasan'ın şöyle dediğini tahdis etti: "Ömer şöyle demiştir..."[30]
"Bunu, Hadis hafızı imamlardan ve Sünnet ulemâsından olan Abd (b. Humeyd), şu iki büyük zâttan rivâyet etmiştir: Süleyman b. Harb ve Haccâc b. Minhâl. (...)
"Her ne kadar el-Hasan (el-Basrî) Ömer'den bir şey işitmemiş ise de, bu rivâyeti bazı Tabiun'dan rivâyet etmiştir. Eğer bu söz el-Hasan nazarında sahih olmasaydı, onu rivâyet etmez ve "Ömer şöyle dedi..." tarzında kesin bir ifâde kullanmazdı. (...)
"Yine şöyle dedi: "Şüphe yok ki bu sözü Ömer'den naklen söyleyen ve ondan rivâyet edenler, ateş ehli olan "Cehennemlikler" tâbirini ancak (kâfir ve müşrikleri anlatan) bir "cins isim" olarak ifâde etmek istemiştir. Günahları sebebiyle ateşe girecek olanlara gelince, bu rivâyeti nakledenler de, başkaları da bunların Cehennem'den (belli bir süre azap gördükten sonra) çıkarılacaklarını, ne Âlic'in kumları miktarınca, ne de buna yakın bir zaman için orada kalacaklarını bilmektedirler.
"Ateş ehli tâbiri, Muvahhitler'e değil, onların dışındakilere mahsus bir ifâdedir..."
Sorun, "Şeyhülislâm şöyle dedi..." diye başlayarak bu minval üzere uzayıp giden ifâdelerin kime ait olduğu noktasında düğümlenmektedir. İlgili bahsin sonuna kadar herhangi bir yerde İbn Teymiyye'nin sözlerinin nerede bittiği konusunda hiçbir tasrihat veya işâret mevcut değildir.
Ancak er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'la karşılaştırma yapıldığında yukarıdaki ifâdelerin İbnu'l-Kayyım tarafından İbn Teymiyye'den aynen alıntılandığı ve yer yer aralara kendi ifâdelerinin girdiği açıkça görülmektedir.
el-Albânî'nin İtirafı
İbn Ebi'l-İzz tarafından şerh edilen el-Akîdetu't-Tahâviyye'deki[31] hadislerin tahricini yapan el-Albânî, yukarıda bir kısmını naklettiğim sözleri İbnu'l-Kayyım'a nisbet ederek eleştiri konusu yaparken[32] Nakdu Ta'lîkâti'l-Albânî adlı tenkidinde İsmail Muhammed el-Ensârî buna itiraz ederek, bu sözlerin İbnu'l-Kayyım'a değil İbn Teymiyye'ye ait olduğunu söyler.[33]
Burada her ikisinin de kısmen haklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira nakledilen ifâdeler yüzde yüz oranında ne İbn Teymiyye'ye, ne de İbnu'l-Kayyım'a aittir. Yukarıda da belirttiğim gibi İbnu'l-Kayyım, hocasından yaptığı alıntıların sonuna kendi ifâdelerini eklemiş ve onun yazdıklarına katkıda bulunarak "fenâ-i nâr" görüşünün delillerini detaylandırmıştır.
Şu kadar ki, er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'ın henüz neşredilmediği döneme ait olan bu tartışmada el-Albânî, İbn Teymiyye'yi "fenâ-i nâr" görüşünden tebrie etmekte isabetli değildir.
Nitekim aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Muhammed b. İsmail es-San'ânî'nin Ref'u'l-Estâr'ına yazdığı takdim yazısında[34] hem İbn Teymiyye'nin, hem de İbnu'l-Kayyım'ın "fenâ-i nâr" görüşünde olduğunu tasrih edecek ve şöyle diyecektir:
"Bundan 20 yıl önce Silsiletu'l-Ahâdîsi'd-Da'îfe'de (II, 71-5) o ikisinin (İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın), bazılarını "fenâ-i nâr" görüşüne delil olarak kullandıkları bir kısım merfu ve mevkuf rivâyetlerin tahrici münâsebetiyle onların bu görüşüne red sadedinde kısaca değinmiştim.[35] Orada bu rivâyetlerin zaafını da beyan etmiştim. İbnu'l-Kayyım'ın, Cehennem'in hiç son bulmayacağı şeklinde bir görüşü daha vardır.[36] İbn Teymiyye'nin de Cennet ve Cehennem'in son bulacağını söyleyenlere reddiye sadedinde bir eseri (kaide) mevcuttur.
"O zaman İbn Teymiyye'nin, İbnu'l-Kayyım'ın bu ikinci görüşünü paylaştığını sanmıştım.[37] (Ancak Ref'u'l-Estâr'da gördüm ki) Müellif es-San'ânî, İbnu'l-Kayyım'dan yaptığı nakille, yukarıda işâret edilen reddiyenin[38], Cehennem'in son bulacağını söyleyenlere değil, sadece Cennet'in son bulacağını söyleyen Cehmîler'e reddiye mahiyetinde olduğunu beyan etmekte ve kendisi, yani İbn Teymiyye de Cehennem'in son bulacağını söylemektedir. Hatta sadece bunu söylemekle kalmamakta, Cehennem son bulduktan sonra cehennemliklerin, altından ırmaklar akan cennetlere gideceğini de ileri sürmektedir…"[39]
İbn Teymiyye Tam Olarak Ne Diyor?
el-Albânî gibi "sıkı" bir selefînin bile katılmadığı bir görüşün İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'a nisbeti, bu iki âlimin bağlılarınca elbette refleksif bir tepkiyle reddedilecektir. Nitekim sadece onların bu konuda yazdıklarından haberdâr olmayanların kaynak sorması değil, onların bu görüşüne muttali olanların da ısrarla te'vil yoluna gitmesi gösteriyor ki "fenâ-i nâr" görüşü "tevessül" vb. diğer meseleler gibi değildir.
Te'vilcilerin, "Onların "fenâ-i nâr" görüşünün delillerini detaylı olarak zikretmiş olması, bu görüşü benimsediklerini göstermez" tarzındaki itirazı, aşağıda bizzat İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'dan alıntılanan ifâdeler tarafından boşa çıkarılmaktadır.
Ancak alıntılara geçmeden önce bir hususu belirtelim: Onların bu meseleyi ele alış tarzının "objektiflik"ten çok öte bir tavrı yansıtması, hatta bu meselede "taraf" olduklarını göstermesi, te'vilcilerin yaptığının "suyu yokuşa akıtmaya çalışmak"tan farksız olduğunu ortaya koyuyor.
Zira eğer İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın ileri sürdüğü gibi "fenâ-i nâr" konusunda Selef arasında gerçekten görüş ayrılığı var ise, yapılması gereken, her iki tarafın delillerini zikrederek takdiri okuyucuya bırakmaktır. Ancak böyle yapmayıp da sadece "fenâ-i nâr" görüşünün delilleri üzerinde durmuş, "bekâ-i nâr"ın delillerini ise sadece "çürütmek" maksadıyla zikretmiş iseler, burada te'vilcilerin boşuna tekellüfte bulunduğunu söyleme zaruretiyle karşı karşıya bulunuyoruz demektir…
İbn Teymiyye bu meseleyi, adı geçen eserinin 52 ila 87. sayfaları arasında ele almış ve şöyle demiştir:
"… Cehennem'in son bulacağı görüşüne gelince, bu konuda Selef ve Halef ulemâsından maruf iki görüş vardır ve Tabiun ile daha sonra gelenlerin bu konudaki anlaşmazlıkları malûmdur. (…) Cehennem'de bulunanların azabının gelip dayanacağı bir son sınır olduğunu ve azabın Cennet nimetleri gibi daimi olmadığını söyleyenler, bununla Cehennem'in son bulacağını kasdetmiş olabilecekleri gibi, cehennemliklerin (bir gün) buradan çıkacağını ve orada hiç kimsenin kalmayacağını da kasdetmiş olabilirler. Ancak şöyle de denebilir: Onlar bununla, azap devam ettiği hâlde cehennemliklerin buradan çıkacağını değil, Cehennem'in azabının sona ereceğini, onun yok olmasının bu anlamda olduğunu kasdetmişlerdir.
"Bu görüş Hz. Ömer, İbn Mes‘ûd, Ebû Sa'îd el-Hudrî ve daha başkalarından nakledilmiştir…"
İbn Teymiyye daha sonra Hz. Ömer (r.a)'den nakledilen rivâyeti zikredip sıhhat değerlendirmesi yaptıktan sonra sözlerini şöyle sürdürür:
"… Buradaki "ehl-i cehennem" ifâdesi, cehennemlikleri anlatır. Zira bunlar orada ne ölecek, ne de dirilecektir. (Yine rivâyette geçen), "oradan çıkarlar" ifâdesi, "Cehennem'in azabı sona erip kesildikten sonra buradan çıkarlar" demektir. Böylece onlar Cehennem'den çıkmış olmamaktadır. Aksine Allah Teâlâ'nın haber verdiği gibi onlar orada "kalıcı"dırlar; ancak ömrü sona erdiği ve tıpkı dünyanın son bulması gibi Cehennem de son bulduğu zaman artık orada azap kalmaz.
"Şöyle ki, âlem yok olmayacaktır; arzda bulunan Cehennem de tamamen fenâ bulmayacaktır. Ancak onun son bulması, halinin değişmesi ve bir hâlden diğerine geçip değişmesi şeklinde olacaktır."[40]
Müteakiben Abdullah b. Mes‘ûd (r.a)'dan, "Cehennem'e öyle bir zaman gelecek ki, içinde hiç kimse bulunmayacak. Bu, cehennemliklerin, orada "ahkâb"[41] süresince kaldıktan sonra olacaktır" şeklindeki sözünü nakleder ve "Bunlar kâfirlerdir. Ebû Hureyre'den de benzeri bir söz nakledilmiştir" der.
Burada anlatılanların günahkâr mü'minler olamayacağı görüşünü delillendirmek için bazı âyetler zikrettikten sonra da şöyle der: "Sahâbe'den buna aykırı meşhur bir naklin mevcudiyetine rastlamadım."
"… (Allah Teâlâ Cennet nimetleri hakkında "kesintisiz bir lütuf…" buyurduğu hâlde) Cehennemlikler(in akıbeti) hakkında ne dilediğini haber vermemiştir. Sünnet ve Hadis ulemâsı bu konuda Sahâbe ve Tabiun'dan çeşitli rivâyetler nakletmiştir. (…) Şu hâlde Cehennem'in son bulacağına Kitab, Sünnet ve Sahâbe akvaliyle ihticac edil(ebil)irken, Cehennem'in baki olacağını söyleyenlerin elinde ne Kitab, ne Sünnet, ne de Sahâbe akvalinden bir delil vardır!" (…)
"Cehennem'in devamlı olacağını söyleyenlerin (bunu isbat etmek için başvurduğu) 4[42] yol vardır" diyerek sürdürdüğü bahiste sözü, Cennet'in devamlılığı ile Cehennem'in devamlılığı arasındaki farka getirir, Cennet'in devamlılığının kesintisiz ve ebedî olduğunu, Cehennem'in devamlılığının ise bir gün son bulacak bir devamlılık olup ebedî olmadığını isbata yönelir ve bilahare İbnu'l-Kayyım tarafından Hâdi'l-Ervâh'ta tekrarlanacak aklî istidlal tarzı ile sözlerini sürdürür.
Son sözleri söylediği kısımda Cehmiyye'nin Cennet ve Cehennem'in ikisinin de yok olacağı iddiasına kısaca değinir ve bunun niçin itibara alınabilecek bir görüş olmadığını anlatır, sonra da şöyle der:
"Fenâ bulmak, sadece Cehennem içindir. Bu, Ehl-i Sünnet'in isbat ettiği görüştür. Cehennem'in yok olması, bir hâlden başka bir hâle geçerek değişmesi anlamındadır, yoksa el-Cehm'in dediği gibi tamamen yok edilmesi anlamında değildir…"
Burada tümüyle zikredilmesi mümkün olmayacak kadar uzun bir yer tutan bu bahisten net olarak anlaşılmaktadır ki İbn Teymiyye, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağı, azapta çok uzun zaman kalsalar da oradan çıkacakları bir günün mutlaka geleceği görüşünü benimsemiş ve hiçbir yoruma mahal bırakmayacak tarzda savunmuştur.
Konuyla ilgili olarak ileri sürdüğü delillerin tartışması ise ayrı bir makalenin konusudur.
Ebubekir Sifil, İslâmî Bilincin İhyâsı, 6. Baskı, Rıhle Kitap, İstanbul 2019, s. 65-79. (Kitabı incelemek ve sipariş etmek için buraya tıklayabilirsiniz.)
________________
[1] Rahmet-i İlahiye Bürhanları, Orenburg-1911.
Ayrıca bu eser, aynı müellifin İnsanların Akide-i İlahiyelerine Bir Nazar'ı ve İdil-Ural müftüsü Rızaeddin b. Fahreddin'in Carullah'ı desteklemek amacıyla kaleme aldığı Rahmet-i İlahiye Meselesi adlı risâle ile birlikte Hikmet Akpur tarafından sadeleştirilerek Çıkış Yolu -Evrensel Kurtuluş- adıyla basılmıştır. (İstanbul-1991)
[2] Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi, İstanbul-1337.
Bu eser de, biri latinize edilmiş (Bedir Yayınevi, İstanbul-1998), diğeri Carullah'ın mezkûr iki risâlesi ile birlikte Ömer H. Özalp tarafından sadeleştirilmiş olarak (Pınar Yayınları, İstanbul-1996) neşredilmiştir.
[3] Takiyyüddîn Ali b. Abdilkâfî es-Sübkî'nin el-İ'tibâr bi Bekâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'ı ile "el-Emîr" diye bilinen Muhammed b. İsmail es-San'ânî'nin Ref'u'l-Estâr li İbtâli Edilleti'l-Kâilîne bi Fenâi'n-Nâr'ı bu meselede İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'a reddiye olarak kaleme alınmış iki meşhur çalışmadır.
[4] DİA'da da belirtildiği gibi İbnu'l-Vezîr ve İsmail Hakkı İzmirli'nin de Cehennem azabının fenâ bulacağı görüşünü benimsediği bilinmektedir. Çağdaş araştırmacılardan Yusuf el-Karadâvî de bu isimlere eklenmelidir. el-Karadâvî'nin konu hakkındaki görüşü için aşağıdaki adrese bakılabilir:
https://www.al-qaradawi.net/node/3938
[5] Îsâru'l-Hakk, 203.
[6] Ref'u'l-Estâr, muhtelif yerler.
[7] Meselâ bkz. Te'nîbu'l-Hatîb, 147; Makâlât, 450.
[8] VII, 232.
[9] Ancak "Cehennem" maddesinin sonunda verilen bibliyografyada Mecmû'u'l-Fetâvâ'sına yapılan atıflarda belirtilen yerlerde İbn Teymiyye'nin bu doğrultuda herhangi bir ifâdesi mevcut değildir. Bu atıflar, ilgili maddenin başka yerlerinde zikredilen hususlarla bağlantılı olarak yapılmış olmalıdır.
[10] IV, 305.
Mecmu'u'l-Fetâvâ için bir önceki dipnotta söylenenler, mezkûr eserin bu maddenin sonundaki bibliyografyada zikredilen cilt ve sayfa numaraları için de geçerlidir.
[11] Çağdaş araştırmacılardan Ali el-Harbî, Keşfu'l-Estâr li İbtâli İddi'âi Fenâi'n-Nâr adlı çalışmasında İbn Teymiyye'nin cehennem hayatının son bulacağı görüşünde olmadığını ve bu görüşü savunan herhangi bir eser yazmadığını, dolayısıyla bu konudaki risâleyi ona nisbet eden İbnu'l-Kayyım ve İbnu'l-Vezîr'in hatalı olduğunu söylerken, Abdülkerîm Sâlih el-Humeyd, el-Kavlu'l-Muhtâr li Beyâni Fenâi'n-Nâr'ında İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'ın bu görüşü benimsediğini belirterek, hem onları hem de bu görüşü savunmaya çalışmıştır.
[12] Baş tarafta "yedi" rakamı zikredildiği hâlde metin içinde zikredilenlerin eksik olduğu dikkat çekmektedir.
[13] Bu ifâdenin anlamı, ileride er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr'dan yapacağım alıntı ile vuzuha kavuşacaktır.
[14] İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetâvâ, XVIII, 307.
[15] İbn Teymiyye, Der'u Te'ârudi'l-Akl ve'n-Nakl, I, 406. Alıntı için bkz. el-Eş‘arî, Makâlâtu'l-İslâmiyyîn, 164.
[16] İbn Hazm, Merâtibu'l-İcmâ', 268.
[17] el-Vâbilu's-Sayyib, 25.
[18] "Müberrid" olarak okunması hatalıdır.
[19] Silsiletu'l-Ahâdîsi'd-Da'îfe ve'l-Mevdû'a, II, 75.
[20] es-Safedî, el-Vâfî, VII, 26.
[21] er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr ve Beyânu'l-Akvâl fî Zâlik, (Muhammed b. Abdillah es-Semherî tahkikiyle), Dâru Belensiye, Riyad-1415/1995.
[22] es-Sübkî'nin mezkûr eserini neşreden Hubeyşî'nin, bu eserin İbn Teymiyye'ye değil de İbnu'l-Kayyım'a reddiye olarak kaleme alındığını söylemesi isabetli değildir (bkz. el-İ'tibâr, 4-5). Zira İbnu'l-Kayyım'ın konuyla ilgili olarak muhtelif eserlerinde yazdıkları, İbn Teymiyye'nin ilgili risâlesindeki argümanların geliştirilmesinden ibârettir.
[23] Takıyyüddîn es-Sübkî, el-İ'tibâr bi Bekâi'l-Cenneti ve'n-Nâr, ("Mülhak"), 90 vd.
[24] Dolayısıyla sadece cennet ve cehennemin değil, hâdis olan bütün varlıkların bir gün fenâ bulacağını söylemektedir.
[25] İbnu'l-Kayyım, Şifâu'l-Alîl, 264.
[26] Hocası İbn Teymiyye.
[27] Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 127 vd.
[28] el-Kâfiyetu'ş-Şâfiye adıyla da bilinir, I, 39 vd.
[29] Cehennem azabının kâfir ve müşrikler için de sonlu olduğu görüşü.
[30] Bu rivâyetlerin metin ve senetleri üzerinde detaylı olarak durulacaktır.
[31] el-Kevserî merhum (el-Hâvî, 37, dpnt.), 6/13. asır ulemâsından Ebû Şucâ'/Ebu'l-Fedâil Bekbers (Baybars) b. Yalınkılıç en-Nâsırî'ye ait olan en-Nûru'l-Lâmi' ve'l-Bürhânu's-Sâtı' adlı eserin el-Akîdetu't-Tahâviyye üzerine yazılmış en meşhur şerhlerden birisi olduğunu söyler.
Bu eser üzerine kaleme alınmış diğer şerhler için bkz. el-Kevserî, el-Hâvî, a.y.; DİA, II, 260.
[32] el-Akîdetu't-Tahâviyye, 428 vd.
[33] İsmail Muhammed el-Ensârî, Nakdu Ta'lîkâti'l-Albânî, 132 vd.
[34] Ref'u'l-Estâr, 7.
[35] Oysa Silsiletu'l-Ahâdîsi'd-Da'îfe'de (II, 71 vd.) fenâ-i nâr görüşünü sadece İbnu'l-Kayyım'a nisbet ettiği görülmektedir.
[36] Bu ifâde, İbnu'l-Kayyım'ın, yukarıda değindiğim istihaleden önceki görüşüne atıf yapmaktadır ki, el-Vâbilu's-Sayyib'den naklen yukarıda vermiştim.
[37] İbn Teymiyye'nin bu eserini görmediği anlaşılıyor.
[38] er-Redd alâ Men Kâle bi Fenâi'l-Cenneti ve'n-Nâr kastediliyor.
[39] Görünen o ki, bu görüşe İbn Teymiyye'nin de iştirak ettiği noktasında el-Albânî önceleri olumsuz düşünmektedir. Tıpkı el-Akîdetu't-Tahâviyye'nin İbn Ebi'l-İzz şerhindeki hadislerin tahricini yaptığı dönemde olduğu gibi, Silsiletu'l-Ahâdîsi'd-Da'îfe'nin kaleme alınış sürecinde de böyle düşündüğü anlaşılmaktadır. Ancak Ref'u'l-Estâr'a muttali olduktan sonra bu görüşü değişmiştir.
[40] Böylece İbn Teymiyye'nin yukarıda Mecmû'u'l-Fetâvâ'dan naklettiğim ifâdesinin anlamı daha net olarak ortaya çıkmaktadır.
[41] Bu kelime "hukb"un çoğuludur. Tefsirlerde "hukb"un ifâde ettiği zaman diliminin miktarı hakkında muhtelif rakamlar verilmiştir.
Her biri, bir kaynak.